SOSYAL MEDYADA BÜYÜ’MEK

“Şans yalnızca hazır olan zihinlere güler.” Louis Pasteur

Konvansiyonel iletişim tek yönlüydü.
Muhabir, yazar, editör, yönetmen, hatip, sunucu bir şey söyler, insanlar; dinlerdi, izlerdi, edilgendi.
Yeni medya iletişimi çok yönlü yaptı.
Muhatap, başka bir kimlik kazandı.
İletişimin hem kaynağı; hem hedefi haline geldi.

Yeni iletişim formunun biçimlendirdiği iletişim mecralarına “Sosyal Medya” diyoruz.
İletişimin, üreteni, çoğaltanı, takdir edeni, tekdir edeni… merkezi; neredeyse her kişi.


İnsanlar bu araçlarla, iletişim ağları oluşturuyorlar.
Her ağ, her ağ kümesi mutlaka birbirine bağlanıyor.

Bu iletişim ağlarının; dünyalarımızı biçim ve içerik olarak kuşattığını net olarak görebiliyoruz, bunu yaşıyoruz.
Evrensellik, bu mevzuda tıkır tıkır işliyor.
Her kişi, evrendeki bütün diğer kişilerle bağlı.

HAL BÖYLE ALGI BAŞKA

Sosyal Medya olarak adlandırılan iletişim devrimi; eski iletişim araçlarını da fethediyor.
Çok sayıda insanı buluşturan mesajlaşma yazılımları, uzaktan eğitim araçları, gazetelerin internet sayfaları, bloglar, oyun programları, televizyon platformları… Hepsi aslında sosyal medya mecrası.
Hepsi ağa, ağlara pencereler açıyor.

Hal böyleyken algı böyle değil.
“Sosyal Medya” çok tanımlı bazı mecraları ifade etmek üzere kullanılıyor.
Facebook, Youtube, Whatsapp, Messenger, Instagram, Reddit, Twitter, Snapchat, Linkedin, Pinterest, Tumblr, Kik, TikTok… Akla önce bunlar geliyor.

Bu sitelerin hepsinin ayrı ayrı amaçları, kullanım şekilleri, dilleri var.
Facebook “Ne Yapıyorsun?” sorusu üzerine kurulu arkadaşlık sitesi.
Twitter’da ise kullanıcılar; “Neler Oluyor?” sorusuna cevap veriyor, cevap arıyorlar.
Mecraların varlık sebebiyle çelişen kullanımlar karşılık bulmuyor.

Şüphesiz girişimciler, iletişimden daha fazlasını hedefliyorlar.
Reklam, veri, e-ticaret, oyun… Etimizden sütümüzden faydalanıyorlar.

Kimi Starbucks kimi Hacı Abdullah, kimi Kahve Dünyası kimi Burger King.
Kahve. Ev yemeği. Türk Kahvesi. Hamburger.
Arz ettikleri yan ürünlerde birbirlerine benzemeleri, hiç birini aynılaştırmıyor.
İşleticilerinin farklı amaçları; muhatapların kullanımıyla mutlak ilgili değil.

ANA CADDE

Hedef kitlesi sosyal medyada olan herkes, bu mecrada da boy göstermek zorunda.
Entelektüeller, siyasiler, medyacılar, lokantacılar, belediyeler, bakanlıklar, hükümetler…
Başkasına söyleyecek sözü olan herkes burada dükkan açıyor.
Her site bir sokak.
Her sokak ana caddeye bağlanıyor, ana cadde meydana uzanıyor, meydan başka meydanlara bağlanıyor… Öyle akıyor hayat.

İnsanlık durumun farkında.
Onun için neredeyse herkes aktif, sosyal medya kullanıyor.

İLETİŞİMİN ANA CADDESİNDE BÜYÜMEK

Şekil şartları var önce; kullandığın mecra ne için varsa, sözünü o şekle uygun söyleyeceksin.
Instagram’da yaptığın paylaşım, Twitter’da beş para etmeyebilir.
Çoğunlukla da etmez.

Mecrayı kullanırken, kendi hedeflerine mecranın elbisesini giydireceksin.
Aksi taktirde, takım elbiseyle havuza atlamış olursun.

Sürekli ortalıkta dolanmak hiç iyi bir fikir değil.
Şeyh Edebali’ye kulak kesileceksin; “sevildiğin yere çok gidip gelme”yeceksin.

Meşhur bir belediye başkanımız, bir zamanlar Twitter mesaisi dışında anılmaz olmuştu.
Ne kadar yanlıştı!
Eskiden de çok konuşanı çok sevmezdi insanlar.

Şekil önemli ama daha önemlisi içi dolu olacak.
Mecraya göre içerik üreteceksin.
İçeriğin yoksa, diğer içeriklerin taşıyıcısı olmaktır kaderin.

İki yuvarlayıp bir tekerleyerek sosyal medyada iletişim değeri üretemezsin.
İçerik üretenlerin maskesini takmış sahte hesaplar bile içerik üretemeyen hesaplardan değerli.
Ünlü yazarların, siyasetçilerin, sanatçıların sahte ya da parodi adı verilen hesaplarına bakabilirsin.

Bu caddede var olacaksan; etkileşime açık olmak zorundasın, uzayda bağlantısız bir gezegen olarak yaşaman mümkün değil.
Soru varsa cevaplayacaksın, merak varsa gidereceksin.

İnsanlar, ürettiğim hakkında ne düşünüyorlar;
kendimi doğru anlatabiliyor muyum;
kaçırdığım bir şey var mı? diye başkalarından çok kendini, verilerle sigaya çekeceksin.

Her site ürettiğin iletişim değerinin verilerini, seninle paylaşıyor.
Bu verilerle kendine çekidüzen vermeyi ihmal etmeyeceksin.

Veri güçtür.
Bütün hesaplar, bütün boyutlarıyla, verilerle ilerler, verisiz gerilerler, unutmayacaksın.

BÜYÜKLÜK VAR, BÜYÜKLÜK VAR

Cüssenin büyük olması; çok takip edilmek anlamındaki büyüklük, tabi önemli.
Lakin “hayat memat” meselesi değil.
Çok takipçi, çok “like” geçici bir tatmin verebilir ancak esas olan değer üretmektir.
Yoksa, ekrana bakmadığın zamanlarda ne anlamı vardır; takipçi sayısının, beğeninin? Sadece sayılarda büyümek göz bağcılıktır, bir nevi büyüdür burada.

Büyüklük ancak; içeriği, etkileşimi, veriyi, hedefi içerdiğinde büyüklüktür.
Sadece takipçi sayısı büyüklüğü; simidin boşluğunu simit sanmak.
Oysa boşluk simit değil ki!

Corona Salgını sürecinde babasını, İsveç’ten Türkiye’ye transfer ettirmeyi başaran Leyla’nın hikayesi; sosyal medyanın; hedef, içerik, ağ etkilerini gözlemek için iyi bir örnek.

Aynı dönemde, neredeyse hiç etkileşimi olmayan bir Instagram hesabı da benzer bir iş başardı. Teyzesi ölüm döşeğindeydi.
Kuzenini Türkiye’ye getirtmesi, ana oğulu kavuşturması gerekiyordu.
Instagram’dan yetkililerin hesaplarını açtı, inceledi.
Onlara doğrudan mesajlar göndermedi.
Kimleri takip ettiklerini tespit etti.
Yetkili hesaplar için, takip edilmesinde samimiyetten başka gerekçe olamayacak kişileri seçti.
Tespit ettiği kullanıcılara; sorununun çözülmesi için aracılık ricasında bulundu.
Ricası kırılmadı.
Sorunu çözüldü.
Muradına erdi.
Hiç gürültü yapmadan köşesine çekildi.

Hesapları çok büyük olmayan her iki örneğin; içerikleri vardı.
Hedefleri vardı.
Ağ efektinin farkındaydılar.
Ürettikleri içeriklerle hedeflerine ulaştılar.
Büyümek isteyenlere, örnek değil ders mübarekler…

KOLAY, ZOR

Sadece takipçi sayısı ile büyümek matah bir şey değil ve son derece kolay.
Takibe Takip, Geri Takip, FF etiketleriyle sosyal medya ergenleri bu konuda hayli başarılı.
Bütün mecralarda; üç beş kuruşa, binlerce takipçi edineceğiniz teklifler de işinize yarayabilir.
Click Farm denilen sistem üzerinden “like”, “rt”, “izlenme” bile satın alabilirsiniz.
Simidin boş tarafını büyütmek sizin elinizde yani.

İletişiminize fayda sağlayacak şekilde büyümek ise, zor.
Hedefe, içeriğe, veriye dayanmak, bunlara yatırım yapmak zorundasınız.
Fikir, tasarı, tasarım, müzik, film, yazı… Üretmeniz gerekir.
Bunları üretmek için bir ürününüzün; ürünüzün de bir vaadinin olması, zaten olmazsa olmaz.

Sizinle aynı şekilde düşünen hesapların, birbirini takip ederek büyümesini isteyebilirsiniz.
Doğru yapmış olmazsınız.
Karşılaşacağınız sakıncalardan, bizar olursunuz.
Beklediğiniz iletişim katma değeri; taşınması zor bir yüke dönüşür, belinizi incitirsiniz.

Mesela; “ey benim gibi düşünenler, hesabınızın başına şu işareti koyun”,
“hesabının başına şu işareti koyanlar birbirini takip etsin” diyebilirsiniz.
“İsminizin başına; TC koyun” ya da isminizin sonuna “yeşil top” yerleştirin telkininde bulunabilirsiniz.
Size muhtelif bağlılıkları olanlar da bu tavsiyenize uyarlar.

Özellikle siyasal organizasyonlar, böyle hatalar yapıyorlar. Çok sayıda hesabın aynılaşan takipçileri artıyor.
Geçici bir süre için de olsa bol “RT” ve beğeni tuzağına düşülüyor.
“Orta Gelir Tuzağı”ndan bile amansız bir şey.

Bu arada; RT ve beğeninin bulunduğu tek mecra Twitter.
Bu kampanyaları yapanlar; Twitter’da kof bir başarı elde edebiliyorlar.
Büyük yanlış yapıyorlar.

Niye Twitter? Onlarca başka mecra daha yok mu?
Var ama diğer mecralarda, bu usul hiç işlemiyor.
Hatta; “hesabınızın başına şu işareti koyun” diyen kampanya başlatıcıları, diğer sosyal medya mecralarında o işareti kendileri bile kullanmıyorlar.

Dostlar alışverişte görüyor, hareket oluyor.
Benim olsun küçük olsun aklı işliyor.
Böyle bakınca Twitter tarlası, sürekli genişleyen iletişim evreninden daha büyük değil mi?!

NE ZARARI VAR Kİ ?!

Etkisi Twitter’la sınırlı olsa da; hesaplar üzerine “alameti farika” koyduğunuzda; binler çarpı milyonlar kişiyi tek kişi yapmış olursunuz.
Ağın ipleri kesilir.

Bir birini takip eden aynı anlayıştaki hesap sahiplerini bir yankı odasına hapsedersiniz.
Kendiniz çalar kendiniz eğlenirsiniz.
Bireylerden kaynaklanan gücünüzü hapsedersiniz.
Başka dünyalara açılamazsınız.

Başlatılan kampanyalar, RT, beğeni, takipçi canavarları tarafından araçsallaştırılır.
Çok sayıda kullanıcı, takipçi topladıktan sonra vaadi olan takibi bırakır.
Takipten çıkarılan kişilerde “aldatılma duygusu” gelişir.

Sizin gibi düşünmeyen ve provakosyan yapmak isteyenler; biçtiğiniz elbiseyi giyer, sizin adınıza, size zarar verecek oyunlar kurarlar.
Seviyesiz bir takım insanlar, verdiğiniz üniforma içinden; fikren, ahlaken, vicdanen tecavüzlere yeltenir; durduk yere mütecaviz olursunuz.

Sizin gibi düşünenler; bilgi, birikim, uzmanlık alanlarında kişisel üretim yapmaktan vaz geçerler.
Büyük dalganın bir parçası olacak şekilde davranırlar; özgünlüklerini kaybederler.
Emin olun, sırtınıza kalan yükü bir süre sonra taşıyamaz olursunuz.

Diyeceğim o ki;
ürün, içerik, fikir, hedef üretmiyorsanız, lütfen gayri sahih kampanyalarla kendinize zarar vermeyin.
Sözüm, özel tüzel bütün kullanıcılara…
Kampanya yapacaksanız; bütün boyutları, bütün mecraları, bütün verileri dikkate alarak bir kampanya mimarisi kurun.
Bindiğiniz dalı kesmeyin. Ayağınıza kurşun sıkmayın.

Ayrıca…
Lütfen, vekil kullanıcılara, özellikle dikkat edin.
Onlar ne kadarsa, o kadarsınız, o kadarsanız durum feci.

Varsa estetik bir espri anlayışınız mutlaka kullanın.
İlle Recep İvedik olmaya çalışmayın.
Gülüp geçilirsiniz.

İlkokul sıralarındaki müsamere heyecanlarınız, bırakın orada kalsın.
Sahih olmayan mesajlarınız için; doğal olmayan mimikler, jestler, el kol hareketleriyle mesajlar yayınlamayın.
Bihemta. Müthiş. Eşsiz. Yanardağ… Öyle hissediyorsunuz ama iletişimden hisseniz o olmuyor.
Baloncuk gibi görünüyorsunuz; sevgili baylar, muhterem bayanlar.

TESSERAKONTA’DAN SORAR HOCALAR

Sosyal Medyada büyümek üzerine yazmayı düşününce, Çehov’un aşağıda bulunan hikayesi hatırıma geldi.
“ders alınsa tekerrür etmeyecek” bir insanlık hikayesi.
Tamamını yazmadım, severseniz bulup okumanızı tavsiye ederim.

“Yunancadan sınava girmeye hazırlanan Vanya Ottepelev, evdeki tüm kutsal tasvirleri öptü. Bu işi yaparken karnını bir kurt kemiriyordu, yüreği buz kesiliyor, küt küt atıyor, bilinmezliklerle dolu geleceği bekliyerek hopluyordu. Sınavda kaç numara alacaktı? Üç mü, yoksa iki mi? Kutsanmak üzere beş altı kez annesinin önüne diz çöktü, evden çıkarken de teyzesini: “Benim için Tanrıya dua et” diye uyardı. Okula giderken dilenciye iki kapik verdi, bununla bilgisizliğini bağışlatacağını umuyordu. İnşaallah bu sadakası kabul olur da sınavda şu “tessarakonta” ve “oktokaydeka”lı sayı adlarını sormazlar.

Okuldan döndüğünde geç olmuştu, saat beşe geliyordu. Odaya girdi, sessizce yatağa uzandı. Zayıf yüzü solgundu. Ağlamaktan kızaran gözlerinin çevresi çürümüştü. Annesi karyolaya yaklaşarak:

-Ne oldu? Nasıl, geçtin mi bari? Kaç numara aldın? Diye sordu.

Vanya, gözlerini kırpıştırdı, ağzını çarpıttı, ağladı. Annesi sarardı, ağzı açık kaldı, elleri iki yana düştü. Onarmaya çalıştığı kısa pantolonu elinden kaydı.”

….

SOSYAL MEDYADA BÜYÜ’MEK” üzerine bir yorum

Yorum bırakın