Başkanın Sonu

Umudumuz Şaban
“Şimdi ben buraya neden çıktım? Niçin çıktım? Nasıl çıktım?
Bunu izaha gerek yok. Gördünüz, yürüdüm çıktım.
Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir.
Buraya çıktık da sonradan ‘çıkmadık’ mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı ulan beni buraya?
Okul, yol, tapu… Bırakın onu beni dinleyin ve de şunu unutmayın, atasözüdür: Oylarınız damlaya damlaya, dağdan kestim kereste! Bağımsız bir muhtar olaraktan prensibim; az iş, çok laf, o kadar!”
Münih Güvenlik Konferansı’nda Ekrem İmamoğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı programı izledim. Yaptığı ilk çağrışım; “Umurumuz Şaban” filmindeki bu replik oldu.
Kemal Sunal’ı tenzih ederim. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

Ne farkında ne umurunda
Oturumun deşifresini yaptım. “İmamoğlu Ne Dedi” başlığıyla ve kafa sesi eşliğinde 6 bölümde yayınladım. İsteyen tercümeden isteyen Youtube’daki oturum videosundan bakabilir.

Sahnede dört farklı kişilik vardı. Birinci kişiliği moderatör; Christoph Heusgen ile Cathryn Clüver Ashbrook temsil ediyordu. Batı medeniyeti ve organizasyonlarının mutlak imanlısı, misyoneri, sınır koyucusu makamındaydılar.
İkinci kişiliği Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony ve Varşova Belediye Başkanı Rafal Trzaskowsk temsil ediyordu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Avrupa Birliği tarafından üyeliğe kabul edilerek devşirilen ülkelerden geliyorlardı. Avrupa ve BM değerlerine, merkezi hükümetlerinden daha bağlı olduklarını beyan ediyor, hem merkezi hükümetle mücadeleleri için yardım hem de para istiyorlardı.
Üçüncü kişiliği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu temsil ediyordu. Kendisini gösterme gayreti dışında içerikle bir ilgisi yoktu. Ben, sizden bile daha sizdenim diyordu. İstanbul, Türkiye, AB, BM nereye düşer?… Farkında olmadığı gibi umuru da değildi.
Dördüncü kişiliği aralarında Alman Kültür Bakanı Claudia Roth’un da bulunduğu salondaki izleyiciler temsil ediyordu. Bu kişilik: Üç başkan nedir, neyin nesidir? Çıkarlarımıza hizmet edebilirler mi? Sorularına cevap arıyorlardı.

Her şey çok güzel olacak
Türküde dediği gibi; “herkesin bir derdi var durur içerisune.” Gördüğüm kadarıyla bu dört kişiliğin dertleri farklı farklıydı. Birinci kişilik, belediye başkanlarının Avrupa Birliği ve Küresel Düzene koşulsuz bağlılığının derdindeydi. Misafir belediye başkanlarının ülkelerinde bir gelecekleri olursa, gelecekteki bağlılıklarını teminat altına almaya çalışıyorlardı. İkinci kişilik, küresel düzen için biz bedel ödedik, ödemeye devam ediyoruz. Hadi siz de, para vererek bize yardım edin derdindeydi. Üçüncü kişilik, var olmanın kendini göstermenin derdindeydi. Dördüncü kişilik, üç büyük devleti yönetmeye bu üçü namzet ise ne olur acaba, derdindeydi. Birinci ve dördüncü kişiliğin oturumdan çok memnun ayrıldığına eminim. Güvendikleri dağlara kar yağmazsa, her şey çok güzel olacak.

Kaynamaya çalışan boş çaydanlık
Oturumu 3. Kişilik nedeniyle izledim. Sonuçta İstanbul seçmeniyim. Oturumu izlemeden önce Sayın İmamoğlu’nun İngilizce konuşmasını içeren videolar görmüştüm. Bazıları dalga geçiyor, bazıları caka satıyordu. Her iki yaklaşımın problemli olduğunu düşünüyorum. İngilizce bilen, gerektiğinde kafasını gözünü yara yara da konuşabilir. Gerekmediği halde İngilizce ya da başka bir dilde konuşmayı ise kendi kendini kolonileştirme, kendi gerçekliğine yabancılaşma olarak değerlendiriyorum. Eziklik yani. Bu ayrı bir bahis. Aslolan ne konuşmuş, kim konuşmuş, kime konuşmuş, hangi makamda konuşmuş?! Bunlara cevap bulmak için izledim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nın İngilizcesi, kapalı çarşı esnafından biraz hallice. Dinlediğini anlamaması önemli bir problem. Biraz çalışması lazım. Dinlediğini anlamadığı gibi söylediğini de bilmiyorsa feci, onu çözemedim. Konuşma içeriğini görünce; ” tercüman olsa ve Türkçe konuşsa çok bir şey değişmezdi.” Kendi kendime öyle dedim. 40 derece ısıda kaynamaya çalışan boş çaydanlık gibiydi. Çok arızalı bölümleri, tercümelerin altındaki kafa seslerinde yazdığım için oraya girmeyeyim.

Ulusal devletlerin köküne kibrit suyu
Ama bir husus çok önemli. Ondan bahsedeyim. Oturumdaki birinci kişilik; şehirleri, katılımcı şehirler üzerinden, bulundukları ülkenin merkezi hükümetine karşı güç kavgasına teşvik ediyor. Görüldüğü kadarıyla, Budapeşte ve Varşova bu anlamda mobilize olmuş. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da fenomene dahil olmak istiyor.
Oturumda, şehirlerin ortaklık yaptıkları uluslararası kuruluşlar, AB ve BM gibi teşkilatlarla geliştireceği ilişkilerin, kendi ülkelerindeki merkezi yönetimle kuracakları ilişkilerden daha faziletli olduğu değerlendiriliyor. Selası çoktan okunmuş küreselciliği bu yolla dirilteceklerini düşünüyorlar herhalde. Ulusal devletlerin köküne kibrit suyu dökmeye çalışmanın başka bir anlamı olduğunu sanmıyorum.
Başkanları etkisi altına aldığı görülen bu yaklaşım bir kabus. İçinde felaketler barındırıyor. Tam küreselcilerden beklenen cinsten.

Şansınız yok
Budapeşte ve Varşova Belediye Başkanlarına ne olur, ne olurlar bilmiyorum. İlgimi de çekmiyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na ise birkaç kelam söylemek isterim.

Sayın başkanım; Avrupa-ABD eksenli küresel ideoloji, kitleleri büyüleyerek ayağını bastığı her yere felaket götürdü. Afganistan’da büyüleri bozuldu. Uğradıkları bozgun Ukrayna’yla devam ediyor. Artık kitleleri büyüleyemezler. Sizi Acun’un programına çıkarıp piyano çaldırsalar bile bir işe yaramaz. Ne derlerse desinler kanmayın.

Diyelim ki; umudunuzu onların işaretine bağladınız ve Türkiye’de bir maceraya atıldınız. Nusret tarafından ıslah edilmiş kuzu etinden daha az siniri olan Kemal Kılıçtaroğlu; içi dolu boş fark etmez, birkaç dosyayla sizi bırakın İstanbul’dan tarih sayfasından siler. Kendisinin bu konuda çok mahir olduğunu bilirsiniz. CHP’nin bütün eski toplarını Deniz Baykal’la birlikte harcamayı başardığını da aklınızdan çıkarmayın.

Ve gerçek şu ki: Bir salgından çıkmaya çalışıyoruz. Kıtlık ekonomisi bütün dünyayı etkisi altına aldı. Önceleri; hükümete fatura edilen zamların küresel bir mesele olduğunu vatandaş her gün biraz daha görüyor, kavrıyor. Bu krize rağmen Türkiye’yi aç açık bırakmayan hükümetin desteği artıyor, daha da artacak. Belki bundan da önemlisi; Ukraynalıları bile ser sefil mültecilere dönüştüren dünya düzeninden kurtuluş umudu artık Türkiye. Recep Tayyip Erdoğan artık sadece bir siyasi değil Türkiye ve vatandaşlarının varlık teminatıdır. Bırakın Türkiye’yi, dünyanın da vazgeçmeyi aklından geçiremeyeceği mihenk taşıdır. Düzeni, güvenliği, icraatı temsil eden bu gücün karşısında; macerayı, belirsizliği, iddiasızlığı temsil eden yedi eksi birin hiçbir şansı yok. Dolayısıyla sizin de yok.

Hayatın sonu mu? Tabi ki değil. Kendinize biraz içerik yatırımı yapın. İstanbul nimetin ötesinde anlamlar da taşıyor. Yarın o ya da bu şekilde başkanlıktan olduğunuzda, çevrenize anlatacak anlamlar biriktirin. Çıkarı denklemden çıktığında sizi bir kaşık suda boğacaklara hassaten dikkat edin. Şimdiden çok klasör birikmiştir. İstanbul’a çok reklam panosu diktiniz, şehri göremiyoruz ama dosyaları gölgelemeye yetmezler. Bir de ricam olsun; lütfen papyon takmayın, İngilizce konuşmayın. Türkiye’nin ve Türkçe’nin gücüne inanın.
Vesselam.

Başkanın Sonu” üzerine bir yorum

  1. Muhteşem tespitler…
    “Recep Tayyip Erdoğan artık sadece bir siyasi değil Türkiye ve vatandaşlarının varlık teminatıdır. Bırakın Türkiye’yi, dünyanın da vazgeçmeyi aklından geçiremeyeceği mihenk taşıdır. Düzeni, güvenliği, icraatı temsil eden bu gücün karşısında; macerayı, belirsizliği, iddiasızlığı temsil eden yedi eksi birin hiçbir şansı yok. Dolayısıyla sizin de yok.”
    Çok net.

    Beğen

Yorum bırakın