Nuri Pakdil’den Altı Çizili Cümleler

Kalbimde, yaşarken ölen insanların bedenleri…
Yazı, ezen sınıfı ezmek için yazılır.
Duadan sonra Arş’a en yakın duran, boyun eğmeyen edebiyattır, İblis’e
Silah başına! demek de, “yazı masasına oturup yazı yaz!” demektir.
Yöneticinin gözüne koltuk tozu kaçınca, ulusunu tanıma olanağı yok.
Öyle demez mi Exupery, “İnsan olmak, sorumlu olmanın ta kendisidir.”

RÜZGAR
Büyük sevdandır yürüyor
İçinde İstanbul’unun

Exupery şöyle der: “Yanlızca maddesel zenginlikler için çalıştık mı, hapishanemizi kendi elimizle kurarız.
Yaşanmaya değer hiçbir şey sağlamayan, o değersiz paralarımızla, yapayanlız kapanırız bu hapishanenin içine”
Picasso’nun şöyle bir sözü var: “Gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi çizerim, öyle yaparım resimlerimi.
Kitap okumadan meydan okuyamazsınız.
Yeryüzüne şimdiye değin ne kadar ‘Fatih’ gelmişse, aslında, ‘İşin Başında’ durmadan, yılmadan düş
Görmüşlerdir. Sonrada, ‘Düşlerini’, bir güzel, dünyamıza indirmişlerdir.
Ne ki Exupery’nin dediği gibi” İnsan eninde sonunda hep yaradılışının ağır basan yönüne doğru gider.”
Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, devrim öncesi gelen sanatçılardır hep.
Hayaline başkonulan büyük sevdadır hayatı yaşanır kılan.
Tarihi yapıların taşları arasına konan harç nasıl gittikçe pekişir, sağlamlaşırsa, Anadolu’yla Anadolu insanı arasındaki bağ da öylece sağlamlaşır, uygarlığımızdan koparılışımıza kadar. Zaten, insanın yaratılışıyla birlikte gizli bir bağ kurulmuş oluyor toprakla arasında.
“Yaban”dan başlayan köy romancılığında insana hep kısır bir düzlemden bakışın çarpıklıklarını görürüz.
Anadolu’da insan son yüz yılda ezilmiştir, söndürülmüştür. Horlanmıştır, istismar edilmiştir.
Yaşlı bir Türk köylüsünün engin ruhu içinde nokta gibi kalır Gavur Dağları. Türk köylüsünün ruhu, iç dünyası geniştir: hepimiz konaklayabiliriz oraya.
Gerek sosyalist gerek kapitalist ülkelerde, kitlelerin yönetim ve denetiminde bazı etkili yönlendirme araçları vardır: ödül, ceza ve moda gibi.
Temel taşların yerinden oynatmadan mümkün mü devrilmesi karanlığın?
İnsanlar, birbirlerine baka baka, nasıl eskitirler birbirlerini? Eskimek, eskitmek, eskitilmek olgularını, ayrı ayrı ya da bir arada hemen hepimiz yaşamışızdır. Hiç değilse tanık olmuşuzdur.
Sömürü, her şeyden önce, sömüren ya da sömürülen insanın ahlaksızlaşmasına neden oluyor.
Allah’a inanmadan “Yirmi dört saat ahlaklı” kalabilme imkanımız var mı?
Evrensel örgütlenmedir oruç.
Mutlaka oku. Oku ki, Türkiye’nin karanlığı gitgide ufalsın da, bir gün, tam karanlıksız bir Türkiye oluşsun Ortadoğu’da.
(Kutsal) Kitap! Işık, ışık, ışık. Orada. Kapılar kapalıdır karanlıklara. Okumadığın gün karanlıktasın.
Ulu Tanrı,
Tüm karanlığa boyun eğmekten bizi korusun;
Onurumuzla yolunda yürümemizi nasip buyursun!
Âmin.
Sanatçıların, yazarların hep biryerlerinin kanadığını duyumsuyorum, açıklayamadıkları biryerlerinin.
Başlangıçta tek kalan, değerleri bilinmeyen, dünyanın yönünü değiştiren bir avuç insandır. Azınlık çoğunluk oluyor zamanla.
Ne olursa olsun, kendi kendim olmaktan mutluyum. Böyle gerçekten yalnız biriyim.
Ara sıra, yorgunluktan bunalımdan ileri gelse gerek, başkaları gibi düşünmeyi denemek isteği doğdu içimde. Sonunda, bu tarz duyguya kapılmama engel oldu mizacım.
Sık sık, sınırlı çevremdeki herkesten koparak, haklı olarak sessiz çoğunluk diye adlandırılan alana giren çok sayıda ‘yalnız adam’ la karşılaştım.
Batıcı kampın, Marksist kampın edebiyatımız üstünde uyguladığı vesayet rejimi de git git yıkılacaktır. Hiç kuşkumuz yok bundan.
Yazar, en derin ve geniş anlamda insanlıktan yanadır.
Çünkü sanat alanı, idealizmin ve bilgeliğin çemberi içinde daralırsa, o bu konumundan insan ruhunda karamsarlık ve usanç doğuran bir sanat meydana getirecek; bu ruh, yoksunluğun ve bilinç altına itilmenin pek korkunç sonuçlarında yok olacaktır.
Bir iş olarak yazarın sürekli yazması gereken insan sevgisini yine bizim başa koymamız, insan sevgisini her şeyin üstünde tutmamız gerekiyor.
‘Mekan’ : taşınan bir cenaze.
Pıhtılaşıyor ‘zaman’ insanın içinde.
Biri var geceyi de gündüzü de ölçen.
Sığınak arıyoruz birbirimize bakarak.
Yasal yanı yok bu köpek seslerinin.

Hiç iz yok şimdi ki zaman insanının anlında.
Duraklayan yitirir bu deneyde.
Ateşlenmemiş roketlerini bekleyen bir uzay içimiz.
Herkes, bir mezar özlemini mi anlatmak istiyor, acaba, uzayıp giden apartmanlarla?
Kent kuşatılmıştır ağıtla. Derinleşen içsizlik ve gürültü sıkıştırıyor mütemadiyen.
Yollar, yoksulların yüzleri gibi tenhadır.
Bir başkent, yeryüzüne, karanlığını aşılıyor.
Özel alanlar gördüm kentte, konumları öldürme yerleri. Sözcük de, bir yük taşımak için varoldu başlangıçta.
Gürbüz sözcükler dolaşmalı içimizde.
Neye baksam hep İnsanın tanığı.
Gömleği Haliç’e uçar gibiydi Galata Kulesi’nin…
Bir gerçekten daha önemli hiçbir şey yoktur.
İçimde, artık, birsürü şeyin esinlettiği kürekmahkumu.
Ağır Dağı Bırak ağı da Yağmur yağsın Bilinç ağsın Can katsın Sözcüklerimize!
Biri, kimseyi iplemeden duruyorsa, o toplum mutlaka sarsılır.
‘Sistem’ çatlıyor hırsından. Bazen cümle, müdahale etmeden bile illegal olabiliyorsa, karpuz kadar nokta koymalı sonuna…
İnsan, ülküsünü ülkesinde yaşatmak için yaşar.
İlkin yeğni sanıyorsunuz yanlızlığı ya, taşımayagörün, bir artıyor bir artıyor bir artıyor
Su Ovada hızlı akar.
Nerde olsam beni zor bulur.
Direşkenliği vareden de düş yıkımları değil midir?
Harun, Firavun’u her zaman korkutmuştur.
En üretken şey, sanırım, uğultudur; birazdan azmanlaşarak XX. Yüzyıl olacaktır.
Dar eşikte, kapıyı açınca, odaya kadar, belki dört beş bin yıl yürüyorum.
Pişmanlığı kullana kullana bir türlü bitiremiyorum: daima bir bakiyesi var.
Ağlamak: anlamak anlamına geliyor benim için.

Yorum bırakın