BERKAY TULGAR

Marmaray Günlükleri – 2

Türk komedi filmlerinden, Murat Menteş romanlarından fırlamışçasına gözüme takıldı. Berkay Tulgar. Yeni saç ekimi yaptırmış, muhtemelen Arap olan yolcunun kafasındaki bandajda yazıyordu. Kafasının ekim yapılmış yerleri dışındaki saçlar sakalı gibi beyazdı. İrice bir adamdı, göbeğinden yemek yemeyi sevdiği de ortadaydı. Google’a “Berkay Tulgar” yazdım. Aynı isimli adamın kliniği çıktı. Eskiden koyun kuzuları damgalarlardı. Adamı öyle damgalamış, mührüyle şehre salmıştı. Gözlüğü gömleğine asılı adam, neredeyse hiç bir yere bakmadan, telefonunu kavrayan iki eliyle oyun oynadı durdu. Sağ elinin dördüncü parmağı kesik gibiydi. Yoksa hırsız mıydı? Dikkat kesildim, değilmiş. Telefonu tutuş biçiminden öyle görünüyormuş.
Adam, Wagnar Lodbrok’un kaçkın oğlu kılıklı, uzun kıvırcık saçlı çocuğun yanına oturmuştu. Çocuk, gözü telefonda, kulağı müzikte olduğu için adamın varlığını hissetmedi bile.
Başında, Racaların serpuşuna benzer bir başlık olan kız adama doğru ayaklarını oynatıyordu. Önce, bir haddini aşma olarak algıladım. Kızın tarafını gözlemeye başladım. Alakası yoktu.
Kız kulaklıklarındaki müziğe ritim tutuyordu.
Yanındaki İlhan İrem tipli adama: “Bak ne güzel oluyor. Beraber yapalım mı?” dedi. Sosyal medyada takipçi yakalamaya çalışan yapmacıklı bir ton vardı sesinde. Adam başıyla olur verdi. Kulaklık paylaştıklarını o zaman farkettim. Gece gece taktıkları güneş gözlüklerinden olsa gerek, farketmemişim. Kız sol bacağını, adam sağ bacağını öteki bacaklarının üzerinden geçirdi. Bir çift ayak meydanda buluştu. Yalnız kendilerinin duyduğu müziğin ritmiyle ayakları kendi eksenlerinde dans etmeye başladı. Müzik bitti. Başarmış ya da birlikte bir şey yapmış olmaktan mutluydular.
“Çekelim” dedi kız. Yeniden başladılar. Kayıt aldılar. Sonra adam kaydı editleyip bir yerlere yüklemeye girişti.
Kız; “Kim görecek?” dedi.
Adam; “Arkadşlarım ve arkadaşlarımın arkadaşları” dedi.
Kız nasıl baktıysa adama adam; “benden şüphen mi var?” dedi.
Kız; “hayır, senin?” diye cevapladı.
Kız, uzatma taraftarı değildi. “Kaydı bana da gönder” dedi.
Adam: “Sonra gönderirim” dedi.
Kız; “Şimdi gönder” dedi.
Adam; “Sonra göndersem olmuyor mu?” dedi.
Kız; “Sonraya kalırsa motivasyonum gider” dedi.
Dahasını ben göremedim. Karşı oturaktan iki kişi kalktı Wagnar’ın oğlu kılıklı çocuğun yanındaki Berkay Tulgar bandajlı adam oturağın en ucuna kaydı. İlk durakta klinik reklamıyla birlikte indi gitti.
Yeşil renkli güzel parka giymiş kız telefonla konuşuyordu. Çantası boyunun üçte biri kadar vardı. Oturunca çantanın büyük olmadığını ama boyuna oranının büyük olduğunu farkettim. Kanlı kafasıyla adam karanlığa karışınca ondan boşalan yere oturmuştu. Karşıdaki büyük ihtimalle ne dediğini anlamakta zorluk çekiyordu. Gürültüden olsa gerek.
Tekrar tekrar söyleyince duydum: “Var mı ölen yiten kalıp giden? ” Konuşması bitince ekranda bir uygulama açtı. Bir uçak firmasından uçuşlara baktı. Kafasını kaldırıp durak listesine göz attı, “bu yol bitmez” edasındaydı. İki durak sonra indi. Muhtemelen bitmeyen başka bir yolu vardı.

KOŞARAK GELDİ
Yürüyen merdivenden koşarak geldi. Nefes nefese vagondan girdi. Mutluydu. Çünkü yer vardı. Gözüne en ulaşılabilir olanı kestirdi. 3 kişilik bir oturağın sağ ve solu dolu ortası boştu. Sol oturaktaki yolcu biraz yayılmıştı. Sakalı çocuk olduğunu saklayamayan biriydi. Umarsız oturuyordu. Bir bacağı binen yolcunun gövdesi kadardı. Üstelik bacağının bir kısmı diğer bacağının üstündeydi. Orta oturağın yarısını da işgal ediyordu. Gelen yolcu, “Kaykılır mısın, çekilir misin” türü bir diyaloğa girebilirdi. Girmedi. Orta koltuğa, sanki koltuk büsbütün boşmuş gibi bıraktı kendini. Yayılarak oturan yolcu, bacağını indirdi. Biraz çeki düzen verdi kendine. Reels sörfüne devam etti.

10 PARMAKTA 4 YÜZÜK
Biniş kapısının hemen yanındaki oturakta dikkat çekici bir profil vardı. Başında gölgelikli bir şapka, şapkaya takılmış bir gözlüğü vardı. Telefona gömüldüğü için yüzü tam seçilmiyordu. Sakalları ortadaydı, Rahmani mi şeytani mi pek belli olmayan bir sakal… Siyasi tercihi ayan beyan ortadaydı. Boynuna tercihinin amblemini döğme olarak yaptırmıştı. Kolunda da bir döğme vardı ama kısmen görünüyordu. Muhtemelen mahrem olanlara gösteriyordur geri kalanını. On parmağında 4 yüzük vardı. Her birinin ayrı bir mesajı olmadığına kimse ikna olmaz, mesajın ne olduğunu da o anlatmadan kimse bilemez. Birden şiddetle hapşırdı. Elini ağzına, burnuna götürdü. Akıntılar eline bulaşmıştı. Cilt bakım kremi sürer gibi ellerinde yok etti onları. Kafasını kaldırdı. Durak listesine odaklandı. Daha iyi görmek için sadece gözlerini değil ağzını da açtı. Göremedi. Başındaki gözlüğü gözüne taktı. Dikkatle listeyi inceledi. Ağzı yine açıktı. Bu sefer okuyabildi durak isimlerini iki durak arası bir sürede. Kendine dönerek yolculuğuna devam etti.

KAHRAMAN
Yaşlı bir çift bindi trene. Hareket ondan sonra başladı. Yaşlarından dolayı yer verilmesi beklenirdi. Kimse oralı olmadı. Kahramanımız onları farketti. O da hayli yaşlıydı. Üzerinde kolsuz bir yelek vardı, kucağında ufacık bir çocuk. Çocukla birlikte zıpkın gibi fırladı kalktı. Yaşlı kadına yer verdi. Yaşlı kadın oturmak istemedi. Adam ısrar etti. Başka sesler de çıktı etraftan. Oralı olmadı. Kadını yerine oturttu. Teşekkür faslı devam ederken tren hareket etti. Yeleğinin altında bir saha çalışanı olduğunu belli eden reflektörlü pantolonuyla kahraman sarsıldı. Karşı oturaktan genç bir kadın fırladı. Ver bana diyerek çocuğu kucağına aldı. Çocuk arabasına özenle oturttu. Adamın kızı çocuğun annesi olmalı. Yer vermek isteyenler oldu. Birazdan ineceğiz diyerek hem adam hem de kızı teklifleri reddetti. Tren ilerlemeye başladı. Adam ve kızı kendi aralarında konuşuyorlardı. Arabasına yerleşmiş çocuk biraz ses çıkarınca kahraman: “insanları rahatsız etme” diye çocuğu ikaz etti. İlk durakta inmediler. İkinci durakta inecek gibi hazırlandılar. Tren durayazınca adam yer verdiği kadının yanındaki kadına elini uzattı. Hareket zorluğu yaşayacak kadar yaşlı bir kadındı. Önce kadının elinden tuttu sonra koluna girdi. Annesi olmalıydı. İnip yollarına gittiler.
Yaşlı teyzenin yanında trene binen diğer adam karşı oturakta boşluk olunca oraya oturuverdi. Hayli meraklı biriydi. Merağını göstermekten çekinmiyordu. Yanı başında kafa kulaklığıyla telefonunda bir şeyler yapan kızın ekranında ne varsa takip etmeye başladı. Hayat arkadaşının yanı boşalınca oraya geçti. Huylu huyundan vazgeçmiyor. Bu sefer sağındaki kadının telefonundaki filmi onunla birlikte izlemeye başladı. Kadın; “Acaba” faslından sonra adamın telefonunu kendisiyle birlikte izlediğine emin oldu. Sağ kulağındaki kulaklığı çıkardı. Amcaya doğru döndü. Eliyle “bakma telefonuma” işareti yaptı. Adam teyzeye doğru döndü. Teyze kucağındaki torbadaki ekmekleri eliyle yokladı. Her şeyin yerli yerinde olduğuna kani olunca rahatladı.

MART KEDİLERİ
Dilber dizisinden çıkan kadın o sırada bindi trene. Uzun boyluydu. Yanında kendinden uzun bir genç vardı. Henüz kilo alma devri başlamamıştı gencin. 20’li yılların sonunu yaşıyor olmalıydı. Balık etli kadının boyu gençle yarışır düzeydeydi. Kilo mevzusunda biraz dertliydi. Yataktan çıkar çıkmaz üzerine pratik bir şey giymişti. Dekoltesiyle üst bacakları arasında askılı bir elbise vardı. Mart kedileri gibi gence ilgi gösteriyordu. Alnından, burnundan, yanağından… neresi denk gelirse oradan bir buse alıyordu. Genç de boş durmuyordu. Kadın ne yapıyorsa misliyle o da yaptı. Sonra mahrem bir sohbete başladılar. Kulaktan kulağa bir şeyler söylediler. Kadın sinirlenmiş gibi yaptı. Bir şeyler söyledi. Genç karşılık verdi. Bir tiyatro sahnesinde zor bulunur jestler, mimikler havada uçuşuyordu. Kız ardını dönüp kapıya yöneldi. Gence sırtını döndü. Gören birbirlerini tanımıyor sanırdı. Bir durak böyle gitti. Diğer kapıya dönen genç dönüp bakmadı bile. Takip eden durakta kadın büyük bir hasretle gencin yanına geri döndü. Hiçbir şey olmamış gibi sevgi gösterileri yapıyordu. Gencin yetişebildiği yerlerini öpüyor, yetişemedikleri yerlerini ayaklarının üzerine yükselerek öpmeye çalışıyordu. Duraklarına geldiler sahneden indiler.

BERKAY TULGAR” üzerine bir yorum

Yorum bırakın